Ben-i Sa´d - Hz.Halime Es-Sa´di´nin (r.a.) Memleketi
Hz Peygamber´in (s.a.v.) çocukluğunu geçirdiği , sut annesi Halime es-Sa´di´nin(ra) memleketi olan Ben-i Sa´d Yurdu, Taif sehrinin guney dogusunda, Taife 75, Mekkeye 180 km mesafede, yüksek rakımlı (1850 metre) bir plato üzerinde bulunmaktadır
Yeni doğan çocuklarını sütannelerine vermek, Kureyş ve diğer Arap eşrafının âdetleri idi. Bu da; kadınların kocalarıyla daha rahat meşgul olmalarını ve çocukların da kırda yaşayan Araplar içinde, özellikle havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yaşayan şerefli kabileler arasında sağlam vücutlu, sıkı etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün ve pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.
Umumiyetle Araplar için tek lügat vardı. Benî Sa´d b. Bekr´lerin ise lügatları yedi idi. Benî Sa´d b. Bekr b. Hevazin´ler; Arap kabileleri içinde, dil bakımından en fesahatli olanı, en açık, en düzgün ve en pürüzsüz konuşanı idi. Benî Sa´d b. Bekr kabilesi; Arap kabileleri arasında cömertlikleri ve şereflilikleri ile de tanınmış bir kabile idi. Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden sütannesi olanlar, her yıl, iki kez, yaz ve güz mevsimlerinde Mekke´ye gelerek, yeni doğan çocukları-ücretle emzirmek üzere-alıp yurtlarına götürürlerdi. Peygamberimiz (a.s.)ı; Süveybe Hatundan sonra, Benî Sa´d b. Bekrkabilesinden sütannesi Halime Hatun götürüp emzirdi.
Halime Hatun; Kays b. Aylan´lardan Ebu Züeyb Abdullah b. Hâris´in kızı ve Sa´d b. Bekr b. Hevazin´lerden Haris b. Abduluzza´nın da zevcesi idi.
Peygamberimiz (a.s.)ın bu sütanne ve babadan kardeşleri de, Abdullah b. Haris, Üneyse binti Haris ve Şeyma binti Haris idi. Halime Hatun; yanında, kocası ve memedeki küçük oğlu ve Benî Sa´d b. Bekr kadınlarından dal on kadın olduğu halde, emdirilecek oğlan çocuğu arayıp bulmak üzere, yurtlarından yola çıktılar. Mekke´ye geldiler.
Halime Hatun der ki:
"İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında, hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde idim. Yanımızda yaşlı bir devemiz de bulunuyordu.
Vallahi, o bize bir damla bile süt vermiyordu. Fakat, biz, bir yağmura kavuşmayı, darlıktan kurtulmayı umup duruyorduk. Üzerinde bulunduğum arık ve zayıf merkebimin yürüyüşünün ağırlığı, arkadaşların canını sıkacak dereceye varmıştı.
Nihayet, Mekke´ye varıp, emzirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizde hiçbir kadın yoktu ki, o ona arz ve teklif edilsin de, ´Yetimdir!´ denilince onu almaktan kaçınmış olmasın!
Çünkü, bizler, emzireceğimiz çocuğun babasından bahşişe kavuşmayı umuyor, ve onun [Peygamber (a.s.)’ın] hakkında da: ´Yetimdir. Annesi ve dedesi, bize ne ihsan yapabilecek?´ diyorduk.
Bunun için, hepimiz, onu emzirmek üzere almak istememiştik. Benimle gelmiş olan kadınlardan, emzirilecek çocuk almayan, benden başka, kalmamıştı. O sırada, Abdulmuttalib, Peygamberimiz (a.s.) için sütannesi arayıp duruyordu.
Halime Hatun der ki:
"Abdulmuttalib, benimle karşılaşınca: ´Sen, kimsin?´ diye sordu. ´Ben, Benî Sa´d´lardan bir kadınım!´ dedim. ´İsmin nedir?´ diye sordu. ´Halime´ dedim. Abdulmuttalib gülümsedi:
´Ne güzel! Ne güzel! Sa´d ve hilm iki güzel haslettir ki, dünyanın hayrı da, ebediyetin izzet ve şerefi de bunlardadır. Ey Halime! Benim yanımda yetim bir çocuk vardır ki, onu Benî Sa´d kadınlarına teklif ettim.
´Biz, götüreceğimiz çocuklardan yararlanmayı, onların babalarından ikram görmeyi umuyoruz´ diyerek, almaya yanaşmadılar. Onu emzirmeyi, sen üzerine alır mısın?
Belki onun yüzünden saadete, mutluluğa erersin´ dedi. Ben de: ´Bana biraz müsaade et de, kocama bir danışayım´ dedim. Hemen, kocamın yanına dönüp durumu ona haber verdim ve: ´Mekke´de, bu yetim çocuktan başka, emzirilecek çocuk yoktur! O çocuğu almamızı uygun görür müsün?
Ben yurdumuza eli boş dönmemizi hoş bulmuyorum. Vallahi, ben, arkadaşlarım arasında, emzirilecek bir çocuk almadan geri dönmeyi istemiyorum. Vallahi, o yetime gideceğim. Ben de onu alacağım!´ dedim. Kocam:
´Bunu yapmanda bir sakınca yok. Belki, Allah onun yüzünden bereket ve bolluk ihsan eder. Ey Halime! Git, al onu!´dedi. Döndüğüm zaman, Abdulmuttalib´i oturmuş, beni bekliyor bir halde buldum.
Kendisine: ´Haydi, çocuğu getir!´ deyince, yüzünde sevinç belirdi ve beni hemen Âmine´nin evine götürdü. Âmine, bana ´Hoş geldin! Safa geldin!´ dedi. Beni Muhammed (a.s.)’ın bulunduğu odaya koydu.
Odaya girdiğim zaman, o, sütten daha ak bir yün kumaşa sarılmış, kendisinin altına da yeşil ipekten bir sergi serilmişti. Sırtüstü yatırılmış, mışıl mışıl uyuyor, kendisinden misk kokusu geliyordu!
Sevimliliğine ve yüzünün güzelliğine hayran oldum. Kendisini uykudan uyandırmaya kıyamadım. Ellerimi göğsünün üstüne yavaşça koyduğum zaman, gülümsedi ve bana bakmak için gözlerini açtı. Hemen, iki gözünün arasından öptüm ve kucağıma aldım. "
Hz. Âmine: "Bana, üç gece: ´Oğlunu, Benî Sa´d b. Bekr´lerde Ebu´z-Züeyb ailesi içinde emzireceksin!´ denildi" dedi.
Halime Hatun: "İşte, bu kucağımdaki çocuğun sütbabası Ebu´z-Züeyb´dir. O benim babamdır" dedi.
Hz. Âmine gerek hamilelik, gerek doğum sırasında gördüklerini haber verip "Oğlumu iyi koru!" diyerek Halime Hatuna sıkı sıkı tenbihatta bulundu.
Halime Hatunun içi son derecede ferahladı, işittiği şeyler kendisini sevindirdi.
Halime Hatun, hatıralarını anlatmaya devamla derki: "Ben onu, ancak başkasını bulamadığım için almıştım. Binitimin ve yolculuk eşyalarımın yanına döndüğüm ve kucağıma alıp emzirmek istediğim zaman, ona, memelerimden, dilediği kadar süt geldi!
O da, onunla birlikte sütkardeşi de, kanasıya emdiler ve uyudular. Halbuki, bundan önce, bizim çocuk, kendisiyle birlikte bizi de hiç uyutmamıştı.
Kocam, kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığı zaman, onun da memelerinin sütle dolu olduğunu gördü .Kendisi, ondan, içeceği kadar süt sağıp içti. Kendisiyle birlikte, ben de içtim.
Her ikimiz de süte kandık ve doyduk! Bambaşka ve hayırlı bir gece geçirdik. Sabaha çıktığımız zaman, kocam, bana: Vallahi, ey Halime! İyi bil ki, sen mübarek bir çocuk almış bulunuyorsun, dedi. ´Vallahi, ben de böyle olmasını umuyor ve diliyordum, dedim. Sonra, hayvanıma bindim. Çocuğu da kucağıma aldım."
Haris ise yaşlı devesinin üzerine bindi; Sirer vadisinde yol arkadaşlarına yetiştiler. "Kadınlar´ Ey Halime! Ne yaptın´ diye sordular. ´Vallahi, hayır ve bereketi en büyük olan bir çocuğu görüp aldım.´
´Yoksa, o kucağındaki, Abdulmuttalib´in oğlu [torunu] mu?´ dediler. ´Evet!´ dedim. Kadınlarımızdan bazılarının kıskandıklarını gördüm. Vallahi, benim merkebim öyle hızlı gidiyordu ki, hepsinin önüne geçti.
Kafiledekilerin merkeplerinden hiçbirisi ona yetişemediler. Nihayet, kadın arkadaşlarım, bana: ´Ey Ebu Züeyb´in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi beklesene? Gelirken üzerine binmiş olduğun merkep bu değil miydi?´ diyerek sesleniyorlar; ben de onlara:
´Evet! Vallahi, işte o merkeptir´ diyordum. Şaşırıyorlar ve: ´Vallahi, buna şaşılacak bir şey olmuş!´ diyorlardı. Nihayet, Benî Sa´d yurtlarındaki evlerimize geldik.
Ben; Allah´ın yarattığı yerlerden, Benî Sa´d yurdundan daha kurak bir yer bulunduğunu bilmiyorum. Fakat, çocuğu yanımıza getirdiğimizden beri, davarlarımız akşamları karınları tok ve memeleri sütlü olarak dönüyor ve biz de onlardan süt sağıp içiyorduk.
Halbuki, hiç kimse, davarlarından sağıp içecek bir damla süt bulamıyordu. Hatta, kavmimizden, çevremizde bulunanlar, çobanlarına:
´Yazıklar olsun size! Ebu Züeyb´in kızının çobanı nerede yayıyor, otlatıyorsa, siz de onunla birlikte yaysanız ya´ diyerek çıkışmakta idiler.
Fakat, onların davarları akşamları karınları aç, memelerinde bir damla bile süt sızmaz bir halde dönerlerken, bizim davarların karınları tok, memeleri sütle dolu olarak dönerlerdi! Yüce Allah, bize, onun [Peygamberimiz (a.s.)’ın] yüzünden hayır ve bereketi arttırdı durdu. Onun büyüyüp yetişmesi de başka çocuklara benzemiyordu."
Peygamberimiz (a.s.), daima, sütannesinin memesinden birisini emmekle yetinip diğerini emmekten kaçınır; onu, süt ortağı, sütkardeşi Abdullah´a bırakırdı.
Başka çocukların bir aydaki büyümelerini o bir günde büyüyor, başka çocukların bir yıldaki büyümelerini o bir ayda büyüyordu!
Peygamberimiz (a.s.); daha iki aylık iken, her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.
Üç aylık olunca, ayağa kalkıp tay duruyordu!
Dört aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu!
Beş aylık olunca, bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu!
Altı ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı.
Yedi aylık iken, konuşuyor, her tarafa gidip geliyordu.
Sekiz aylık iken, konuşuyor, konuşulanı anlıyordu.
Dokuz aylık iken, açık ve düzgün konuşmaya başlamıştı.
On aylık iken, çocuklarla ok atıyordu.
Peygamberimiz (a.s.)ın Göğsünün Melekler Tarafından Yarılışı ve Tartılışı:
Sütannesi Halime Hatun yemin ederek der ki:"...[Muhammed (a.s.)], sütkardeşi [Abdullah] ile birlikte evlerimizin arkasında küçük kuzularımızın yanında bulundukları sırada, sütkardeşi telaş ve heyecanla koşarak bize geldi. Bana ve babasına:
´Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, o Kureyşî kardeşimi tutup yere yatırdılar, kendisinin karnını yardılar! Şimdi, onun içini karıştırıyorlar´ dedi. Ben ve babası, hemen ona doğru vardık.
Kendisini, ayakta ve yüzü sararmış bir halde bulduk. Ben, hemen tutup onu bağrıma bastım. Babası da bağrına bastı. ´Sana ne oldu yavrucuğum?´ diye sorduk. ´Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam gelip beni yatırdılar, karnımı yardılar. Karnımda, bilemediğim bir şey aradılar, dedi.
Birlikte, çadırımıza döndük. Sütbabası Haris: ´Ey Halime! Ben, bu çocuğun başına bir felaket gelmesinden korkuyorum! Sen, başına bir felaket gelmeden önce, onu hemen ailesine götürüp teslim et!´ dedi."
Bu hadise, bazı kaynaklara göre, Peygamberimiz (a.s.) dört-beş yaşlarında bulunduğu sırada vuku bulmuştur.
Peygamberimiz (a.s.) da bu hususta şu açıklamada bulunmuşlardır
"Ben, Sa´d b. Bekrler´de emzirilip büyütüldüm. O sıralarda, sütkardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kendimize ait küçük kuzuları yayıyor, otlatıyorduk. Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam, içi kar dolu, altından bir leğen ile yanıma geldi. Beni tutup karnımı yardılar.
Kalbimi çıkardılar. Onu da yardılar. Kalbimin içinden, kara, pıhtılaşmış bir kan parçası çıkarıp attılar. Sonra, kalbimi, karnımı, o karla iyice yıkayıp temizlediler.
Sonra da, onlardan birisi, arkadaşına: ´Onu, ümmetinden on kişi ile tart!´ dedi. Beni onlarla tarttı. Ben onlardan ağır geldim.
´Onu ümmetinden yüz kişi ile tart!´ dedi. Beni onlarla tarttı. Ben yine onlardan ağır geldim. ´Onu ümmetinden bin kişi ile tart!´ dedi. Beni onlarla tarttı. Ben onlardan da ağır geldim.
Bunun üzerine: ´Artık onu tartmayı bırak! Vallahi, onu bütün ümmeti ile tartacak olsan, yine de o ağır gelir´ dedi."
Halime Hatun der ki: "Sütoğlumu annesine götürdüğümüz zaman: ´Onu ne diye getirdin ey sütannesi? Halbuki, yanında kalması için ne kadar ısrar etmiş durmuştun?´ dedi.
´Allah oğlumu büyüttü. Ben artık üzerime düşen vazifeyi yerine getirmiş bulunuyorum. Doğrusu, kendisinin başına bir şeyler gelmesinden de korktum. Şimdi, onu, istediğin gibi, sana teslim ediyorum´ dedim.
´Sen bu halde değildin. Bana doğrusunu haber ver?´ dedi. Kendisine her şeyi haber vermedikçe beni bırakmadı, ve: ´Yoksa, sen ona şeytanın musallat olduğundan mı korktun?´ dedi.
´Evet´ dedim. ´Hayır! Vallahi, şeytan için, ona musallat olmaya, sataşmaya asla yol yoktur. Hiç şüphesiz, benim oğlum için büyük bir hal ve şan vardır. Ben sana onun haberini bildireyim mi?´ dedi.
´Evet! Bildir, dedim. ´Ben ona hamile olduğum zaman, Şam topraklarından Busra´nın köşklerini bana aydınlatıp gösteren bir nurun benden çıktığını gördüm.
Ona hamileliğimde de, vallahi, bana hamilelikten daha hafif, daha kolay gelen bir şey görmedim. Doğurduğum zaman, o, başka çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip, ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış olarak doğmuştur.
Şimdi, sen onu bana bırakıp doğruca yurduna gidebilirsin artık´ dedi."
Peygamberimiz (a.s.)’ın Halime Hatuna Sevgi ve Saygısı:
Peygamberimiz (a.s.), Halime Hatunu gördükçe: "Benim annem, annem! Benim annem!" der, kendisine candan sevgi ve saygı gösterir, omuz atkısını yere serip onu oturtur, bir dileği varsa hemen yerine getirirdi.
Halime Hatun, bir gün, Peygamberimiz (a.s.)’ı görmek için Mekke´ye gelmişti. Peygamberimiz (a.s.), o zaman, Hz. Hatice ile evli bulunuyordu. Halime Hatun’u konukladılar ve ağırladılar.
Halime Hatun; yurtlarında hüküm süren kuraklık ve kıtlıktan, hayvanlarının kırıldığından dert yandı. Peygamberimiz (a.s.), bu hususta Hz. Hatice ile konuştu. Hz. Hatice, ona kırk koyun ile, binmek ve yüklerini taşımak üzere, bir de deve verdi.
Peygamberimiz (a.s.); Mekke´nin fethinde Ebtah mevkiinde bulunduğu sırada, Halime Hatunun kız kardeşi, görümcesi (kocasının kız kardeşi) ile birlikte, Peygamberimiz (a.s.)’ı ziyaret ve bir dağarcık içinde keş peyniri (çökelek) ve yoğurt kurusu ile eritilmiş yağ hediye etmişti. Peygamberimiz (a.s.), ona hemen Halime Hatunu sordu. Vefat etmiş olduğu söylenince, Peygamberimiz (a.s.)’ın gözleri yaşla doldu.
Onun, geride kimlerinin kaldığını da sorup bilgi aldı. Bu sütannenin kardeşine elbise giydirilmesini, bir deveye bindirilmesini, kendisine ayrıca 200 dirhem gümüş para da verilmesini emretti.
Kadıncağız sevinerek yurduna dönerken: "Sen, küçük iken de, büyüdükten sonra da ne güzel kefil olunansın, bakılansın!" demekte idi.
Hevazin temsilcileri içinde Medine´ye gelen ve Peygamberimiz (a.s.)’e sütannesi dolayısıyla amca düşen Ebu Servan da:
"Yâ Rasûlallah! Biz seni süt emer olarak gördük. Fakat senden daha hayırlı süt emenini görmedik! Biz seni sütten kesilmiş olarak gördük. Fakat senden daha hayırlı sütten kesilenini görmedik! Biz seni genç iken de gördük. Fakat senden daha hayırlı genç görmedik!" demiştir.
Kaynak: Rahmetli M. Asım Köksal , İslam Tarihi adli eserinde, Sütannesi Halime Hatunun Peygamberimiz (a.s.)’ı Emzirişi ve Büyütüşü ile ilgili bölüm :